Kürd Kültürü ve Mewlana Xalid-i Bağdadî

Kürt Kültürü ve Mewlana Xalid-i Bağdadî
Sezai Kırlangıç
KÜLTÜR NEDİR?
Bir hayat biçimi olarak kültür; fert ve toplum olarak birlikte yaşayan insanların kendilerine öğretilen ve kendilerinin öğrendikleri ile meydana getirdiği, geliştirdiği ve sonraki nesillere aktardıkları her şeyi ifade eder. Ve bu her toplumda farklı olabildiği gibi, aynı toplumun içinde birbirinden farklı coğrafya ve kültürde de kendini gösterebilir. Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturan ve onu diğer toplumlardan farklı kılan unsurlar bütünüdür. Kültür, bir nevî, bir toplumun kendine has yaşama ve düşünme tarzıdır.
Kültür, genel olarak iki temel unsurdan oluşur; Maddî Kültür (binalar, her türlü araç-gereç, giysiler vb), Manevî Kültür (inançlar, gelenekler, normlar, düşünce biçimleri vb). Kültürün maddî ve manevî unsurları arasında karşılıklı olarak sürekli bir etkileşim-gelişim vardır. Birinde meydana gelen herhangi bir değişim, diğerini de etkiler. Diğer yandan, kültür de sonuçta bir insan eseri olduğundan, birbirine yakın, birbirleriyle kaynaşmış insanların kültürleri de birbirine yakın veya aynıdır.
EMPERYALİST KÜLTÜR; KÜLTÜR EMPERYALİZMİ
Emperyalizm; kapitalizmin, sömürünün en yaygın olduğu, kitleler hâlinde insanlığın ezildiği ve iğdiş edildiği en acımasız safhasıdır. Emperyalizmin milletleri sömürmek ve istismar etmek için oluşturduğu en önemli iki sistemdir kapitalizm ve demokrasi. Biri ile zihinler ve fikirler istilâ edilirken (demokrasi); diğeri ile topyekûn iktisadî sistem felç edilmekte, üretici güçlerin gelişmesine engel teşkil edecek tekeller oluşturulmaktadır (kapitalizm). Kültür emperyalizmi ise; sermayesi ve silah gücü müessir ülkelerin az gelişmiş diğer kültürleri, özellikle kitle haberleşme araçlarıyla etkilemesi ve kendine benzetmesidir. Bu benzetme ve yayılmacılık anlayışı sömürgeciliği kolaylaştırdığından, mevcut-mahallî kültürünün folklorik-turistik bir anlam taşımasının dışında büyümesine ve gelişmesine izin verilmez. Bütün bunların zaman zaman zorla gerçekleştirildiği yerler ve ânlar vardır, bu da Kültürel Asimilasyon olarak fikir dünyamızda yer etmiştir.
Kültürel Asimilasyon; bir kültürün, kendi içindeki bir azınlık kültürünü, kendi kültürü içinde eritmesi ve kendine benzetmesi de demektir. Asimilasyon, normal (sanılan!) bir süreçle olabildiği gibi, devlet eliyle ve zorla da gerçekleştirilebilir. Bu asimile ediliş, kültürel-emperyalist böyle bir saldırıya bu maruz kalış, içtimaî çürüme, çözülme ve yıkılmayı da beraberinde getirir. Bu safha ise Kültürel Yozlaşma olarak anılmaktadır. Kültürel yozlaşma; yabancı kültürlerin olumsuz etkisi ve toplumun kendi öz değerlerine yeterince sahib çıkmaması sonucu meydana gelen kültürel bozulmadır. Bir deyişle, Kültür Emperyalizmi, kültürel yozlaşma ve yıkılmayı da beraberinde getirmektedir. Hâl böyle olunca, emperyalist saldırılara karşı cemiyetlerin de kendi kültürlerini muhafaza etme ve aynı coğrafyada birlikte yaşadığı ve aralarında “Kültür Birliği” bulunan cemiyetlerle sımsıkı münasebetler, sağlam bir Kültürel İşbirliği sergilemeleri zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Ki ancak o zaman, Emperyalizmin kültürel asilimasyon zulmü ve Batılılaşma şeklinde tezahür eden sömürge saldırısı boşa çıkarılabilir.
Bugün bilinmesi gereken bir hakikat var ki, bildiğimiz anlamda 1400 yıldır süregelen İslâm Kültür Anlayışı ve Müslümanların yüzyıllar boyunca zenginleştirdiği bu muazzam Kültür Mirası, tek başına hiç bir millete has değildir. Bugün hangi ırktan, kavimden, coğrafyadan olursa olsun, Müslim de, Buhari de, İmam-ı Azam da, İmam-ı Şafi de, Gazali de, Mevlana da, Selahaddin Eyyubi de, Ahmede Xani de, Evliya Çelebi de aynı kültürün parçasıdır. Diğer bir ifadeyle; Kürt kültürünün parçasıdır, Arab kültürünün parçasıdır, Türk Kültürünün parçasıdır, hangi kavimden olursa olsun, her müslümanın kültürünün parçasıdır. Bütün bunlar el atılınca ayrıştırılacak şeyler değildir. Hoş, el atılıp ayrıştırılınca ortada ne kalacak, o da ayrı bir mevzu. Kürt Kültürünü, yontulmamış Rus kültürü ve diyalektiği ile ifade etmenin ve onun üzerinden Kürt Millî Kültürü edebiyatı yapmanın çelişkileri de bedahet hâlinde sırıtmaktadır.
KÜRT KÜLTÜRÜ
Kürtler İslâm’ın kendilerine sağladığı engin fikir ve anlayış çerçevesinde dillerini, kültürlerini zenginleştirmiş ve alfabe olarak da Arabça veya Farsça’yı kullanmışlardır. Bu sebeble, eserlerini genellikle Farsça ve Arabça dili üzerinden vermişlerdir. Bunda da, içinde bulunulan bölgenin, estetik kaygıların, ruhî çerçevenin oldukça büyük etkisi vardır. Kürtler öteden beri Batı’ya karşı kindar ve tepkilidir. Çünkü İslâm’dan önceki dönemde Kürt coğrafyası Batı tarafından istilâ edildiği zaman, Kürtlerin malları yağmalanmakta, kültürleri yağmalanmakta, katliamlara maruz bırakılıp dağlara göçe zorlanmaktaydılar. Kürtlere âit kültürel faaliyetlerin yoğun olduğu ve kayıt altına alındığı tarih ise İslâm’la şereflendikleri ândan sonradır.
Kürtler yoğun olarak Toros ve Zagros dağlarının kesiştiği, Mezopotamya’yı da içine alan, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, İran'ın Kürdistan, Batı Azerbaycan, Azerbaycan (Zengilan, Lâçin, Kubadli, Kelbecer) Kermanşah ve Loristan eyaletlerinde yaşarlar. Mezopotamya, Fırat ve Dicle sularının arasındaki yere denilen ve binlerce yıldır kullanılan bir isimdir. Etimolojik olarak Yunanca kaynaklı bir isim olan Mezopotamya; ilk tapınak, ilkyazı, ilk aritmetik, tıb, ticaret, dış ilişkiler, diplomasi, barış antlaşması, ilk türkü, ilk yontu, ilk mutfak, ilk tiyatro, ilk astroloji gibi “ilk”lere sahne olmuş bir bölgedir.
Kürtler de tıpkı çağdaşları, komşuları, kader ortakları Türkler ve Arablar gibi zengin bir kültür mirasına ve beynine sahibtirler. Yüzyıllık işgal, asimilasyon, yok sayma ve yasak muamelesi görme, bu eserlerin açığa çıkmasını geciktirmiş veya yabancı ülkelerde yayınlanmasına sebeb olmuştur. Bu da yazımızın başında belirttiğimiz, milletleri inancından koparma, kültüründen koparma, kendi coğrafyasına yabancılaştırma, yalnızlaştırma tehlikesini doğurmuştur.
Kürtçe’nin Kurmanci lehçesiyle bugüne kadar ulaşmış edebî eserleri arasında Elîyê Herîrî (1425-1495), Feqîyê Teyran (1590-1660), Melayê Cizîrî (1570-1640) ve Ehmedê Xanî (1650-1707) gibi şairlerin büyük payı vardır. Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı ünlü eseri ilk kez 1730’da çevrilip yayınlanmıştır. Ehmedê Xanî, Türkçe, Arabça, Farsça yazdığı bir çok nazımdan başka, kafiyeli Arabça-Kürtçe sözlük olan Nûbihar’ın (İlk Meyvalar) da yazarıdır. Beyazıd okulunda öğrencisi ve halefi olan İsmaile Beyazidî (1954-1709) de ardında birçok şiir ve bir Kurmançi-Arabça-Farsça sözlük olan Gulzar’ı (Gülbahçesi) bırakmıştır. Hemadanî Baba Tahir (935-1010), Kürt edebiyatının ilk yazılı örneğini, 1100 yıl önce İran’da Arab alfabesiyle Kürtçe yazmıştır. Mela Ehmade Beta (1414-1495) da yine Mevlüd’ünü Kürtçe yazmıştır. Yine 16. yüzyılda Erdelan valilerinin yahut Hevreman sultanlarının saraylarında Goran lehçesinde lirik ve dinî eserler veren bir şairler grubundan bahsedilir ki, bunlardan en meşhurları Ehmede Textî (1940?-1760) ve Şeyh Mustafa Beseranî’dir (1641-1702). Kürt edebiyatında müessir rolleri olmuş Erdelanlı Mah Şeref Hanım (1800-1847), Diyarbakırlı Sira Hanım (1814-1865), Benvarili Mirheban (1858-1905) gibi Kürt Kadın edebiyatçılar da seçkin eserleri ile kültür dünyamızda iz bırakmışlardır. Öte yandan Kürt Tarihi üzerine önemli bir kaynak eser olan Şerefnâme, Bitlis Kürt Hükümdarı, tarihçi, yönetici, yazar ve araştırmacı Şeref Han tarafından, 1597 tarihinde, Farsça olarak yazılmış en eski eser olarak zihinlerde yer etmiştir. Muhakkak ki iki farklı kültürü kendinde terkib edebilmiş İdris-i Bitlisî’nin Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı, Türk-Kürt Kültür Birliğinin resmi gibi ortaya koyduğu tarih kitabı baş eserdir. Şimdi adını saydığımız bir çok Kürt Alim ve edebiyatçıdan sadece birinden, Mewlana Xalid-i Bağdadî’nin hayatından kısaca bahsederek yazımızı nihayetlendirelim. Hakikaten devâsâ bir kültür mirası üzerine oturduğumuzu hemen farkedeceksiniz. Kaldı ki bu miras, sadece Kürde has da değil. Bu miras, bu kültür, hem Türk’ün, hem Arab’ın, hem de Kürdündür.

MEWLANA XALİD-İ BAĞDADÎ
Asıl adı Xalid Bin Ehmed... Caf aşiretinden... 1777 yılında (1778 ve 1779 da denilmekte) Şehrezor’da dünyaya gelişi... İslâm dünyasında Celaleddin-i Rumî’den sonra yalnızca ‘Mewlana’ lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kişi... Kendisine Mewlana Xalid-i Bağdadî denmesi, bir süre Bağdat’ta kaldığından.. Diğer yandan, icazetnamesinde Ebü’l-Bahâ Eşşeyh Ziyâeddin Mevlânâ Hâlid bin Ahmed bin Hüseyin eş-Şehrezûrî el-Kürdî olarak isimlendirilişi..
Kendi döneminin ünlü bilginlerinden ve Muhammed Âdem-i Kurdî, Salihê Kurdî, Mıstefayê Kurdî gibi Kadirî tarikatı âlimlerinden icazet alır. İran Kürdistan’ındaki Senendec’te Muhammed Quseym’den matematik, geometri, mühendislik gibi ilimleri öğrenir ve eğitimi için gittiği Bağdat’tan Süleymaniye’ye dönerek, Şeyh Evdilkerim Berzencî’nin ölümü üzerine genç yaşta Süleymaniye Medresesi’nin sorumluluğunu üstlenir.. Yedi yıl burada kaldıktan sonra 1805'te Hicaz’a gitmeye karar veren Mewlana Xalid-i Bağdadî, bir süre Şam’da ikamet ederek, Medine’ye ve oradan Mekke’ye geçer. Hac ziyaretini müteakib tekrar Süleymaniye’ye dönen Mewlana Xalid-i Bağdadî burada, Sinê ve Hamedan’da öğretmenlik yapmaya başlar. Ancak kısa bir zaman sonra 1809 yılında arkadaşı Mîrza Azîmabadî ile Hindistan’a gitmeye karar verirler. İran üzerinden Hindistan’a altı ay boyunca yürür ve yol boyunca İslâm âlimleriyle mülahazalarda bulunan Mewlana Xalid-i Bağdadî, Abdullah Dehlewî tarafından büyük saygıyla karşılanır ve iki yıl içerisinde icazetini alarak geri döner. Süleymaniye’de bir süre kalan Mewlana Xalid-i Bağdadî, Bağdat’a giderek sonraları ilk Xalidîye tekkesi olarak anılan İhsaniye Medresesi’ni açar. Burada hem Kadirî hem de Nakşî şeyhi olduğu için kendisine Zülcelâleyn (iki kanatlı) ünvanı verilir. Bağdat’ta bir süre kalıp Süleymaniye’ye dönen Mewlana Xalid-i Bağdadî, yeni bir tekke açar ve insan yetişitirmeye koyulur. Eğittiği haleflerini -ki bunlardan 33'ü Kürttür- Müslüman ülkelere gönderen Mewlana Xalid-i Bağdadî, tekrar Bağdat’a, oradan da Şam yakınlarındaki Salihiye’ye gider. Burada bir tekke açan Mewlana Xalid-i Bağdadî, 16 Haziran 1826 tarihinde Şam’da başgösteren veba hastalığına yakalnır ve 49 yaşında vefat eder. Sultan I. Abdülhamid’in emriyle kabrinin üstüne bir kümbet yaptırılan Mewlana Xalid-i Bağdadî’nin kabri, Şam’ın Salihiye ilçesindeki Kasyun tepesinin eteğindedir.
Daha çok Farsça şiirler yazan Mewlana Xalid, Kürtçe şiirler de yazmıştır. Başta akaid ve fıkıh hakkında olmak üzere, birçok konu hakkında eserleri vardır. Başlıca eserleri;Mîssbahud’Dîwan (Şiir-Farsça, Arabça, Kürtçe - İstanbul, 1844), Mecdî Tadîfî Menaqîbî(İstanbul, Menkıbe, 1875), Eqîda Kurdîya (Kürtçe elyazması akide), Risaleya Rabita(Rabıta Risalesi), Mektûbat (Öğrencilerine yazdığı Arabça, Farsça mektublar), Adab Risalesi, Zikir Adabı Risalesi, Tarîk Risalesi, Cila’ül-ekdâr, Fera’idü’l-Fevâid, Hosînameya Mewlana (Mevlana Halid’in Vasiyeti), Eqd-ul Cewherî fi Ferqî Beyne Kesb-îl Matûrîdî(Eşarîlerle Maturidîlerin kesb ve irade-i cüziyye konusundaki görüşlerini inceler - Ebdulhemîd Xerpûtî tarafından yazılan bir şerhi vardır), Zübdetü’r-Resail Umdetü’l-Vesail(Mektubat ve diğer risalelerden iktibaslar), Makamat-ı Elî Herîrî-i Kurdî, Cem-ul Fuad kitabı üzerine bir “haşiye”, Nîhayeyî Remelî (Cuma bahsi, 2 cilttir), Şerha ‘Eqayida ‘Eddûdî (Şerh - Hanefî mezhebinden Şafi’î mezhebine geçenler için bir kılavuz), Seyalekûtî (1804’ten önce yazıldığı biliniyor), Xalîbet-il Ekrad fî Teqelubat-îl Emsar, Feraîl-il Fewaid, Cela-ul Ekdar we Seyf-il Bîtarî we Selewat, Rîsala Adabên Şêx û Mirîdan (Şeyh ve Müridler için Zikir Adabı), Rîsala Zikrkirina di Tefrîqa Nexşebendî de (Nakşibendî tarikatında Zikrin kuralları hakkında risale).
Aylık Dergisi, Şubat 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder