Kürdistan Meselesi

Selim Gürselgil 
sgurselgil@furkandergisi.com

           Doğu Anadolu’nun yerlileri olarak kabul edilen Kürtlerin yaşadıkları coğrafyaya “Kürdistan” isminin verilmesi, bu yöreyi özel bir statü içinde kendine bağlayan Selçuklu Sultanı Sencer’e dayanır. Daha sonra Osmanlı Sultanı Yavuz Selim Han da, bölgeyi aynı isim altında Osmanlı Devleti’ne bağlamış ve Cumhuriyetin ilânına kadar bölgenin bu ismi devam etmiştir.





        Türkler ve Kürtlerin ilişkisi, genellikle dostâne olmuştur. Bu iki halk, birbirini pek seven, birbiriyle karışıp kaynaşan ve yaklaşık 1.000 yıl boyunca bütün düşmanlara karşı birlikte savaşan iki halktır. Bu birliktelik, genellikle Türklerin yönetimi altında bir birliktelik olmakla beraber, Salahaddin-i Eyyûbî zamanında olduğu gibi, bazen Kürtlerin yönetimi altında da sözkonusu olmuştur.


       Önce Tanzimat (1839) ve peşinden Islahat (1856) hareketleri, Osmanlı toplum yapısında bütün iç dengelerin bozulmasına ve taşların yerinden oynamasına yol açtığı için, Türkler arasındaki “Türkçülük” cereyanına benzer şekilde Kürtler arasında da “Kürtçülük” emareleri görülmeye başlanır. Kürt Beyleri, Yavuz Sultan Selim’in kendilerine tanıdığı ayrıcalıklı statünün, Tanzimat tarafından ellerinden alındığı düşüncesiyle huzursuz olur. Ama bu huzursuzluk daha ziyade “itaatsizlik” şeklinde uç verip, kolay kolay “ayrılıkçılık” şeklini almayacaktır.


       Bununla beraber şunu da bilmekte fayda vardır ki, “Kürt kimliği”nin oluşmasını en büyük velîler halkası olan ALTUN SİLSİLE büyükleri bizzat dilemiş ve istemişlerdir. Mevlânâ Halid Hazretleri’nin Kürt lisanının korunması üzerine işaretlerini herkes bilir ve takdir eder. Kezâ bütün bu hadiseler içinde Seyyid Tâhâ Hazretleri’nin isminin sık sık geçtiğini görürüz. Bazıları onu İngilizler’le işbirliği içinde olmakla suçlarlar. Muhaldir! Bir Allah dostu İngiliz ajanı olabilir mi hiç? Olsa olsa İngilizler O’nun Müslümanlar üzerindeki nüfuzunu bazı Türkler’den önce farketmiş ve bu nüfuzdan yararlanmak istemişlerdir! Halbuki onun Devlet-i Âliyye’ye siyasî sadakati, aşağıda verilecek bir misâlde de görülür!
Binaenaleyh, Kürt isyanlarının bir kısmı İttihatçı dinsizliğe karşı haklı isyanlar olup, bunu emperyalistlerle birlikte Devlet-i Âliyye’yi yıkmaya çalışan hainlerin çabalarıyla karıştırmamak gerekir.



*** 


       Kürtçülük hareketine dair ilk kıvılcımın, Tanzimattan hemen sonra, aslen Abbasî Sülâlesine dayandığı ileri sürülen Botan Beyi Bedirhan Paşa’da görüldüğü söylenir. Bedirhan Paşa’nın, bir müddettir can sıkan Hristiyan Nastûrîlerin birkaç binini katletmesi, Batılıların sıkıştırdığı Osmanlı Hükümeti kendisini men etmek isteyince de Osmanlı’ya isyan etmesi, Kürtçülüğün milâdı sayılır. 


       Nastûrîler, “Asurî” olarak da bilinen eski bir Ortadoğu kavmidir. Milâdî 5. Asırda Süryanî papazı Nestoryus’un mezhebine tâbi oldukları için, kendilerine “Nastûrî” denilmiştir. Osmanlı yönetimi tarafından Kürt Beylerinin denetimine verilmişler ve bu beylere vergi vermekteydiler. 19. Asrın başında bölgeye Batılı misyonerler gelip Nastûrîleri şımartınca, vergi vermeyi bırakıp Kürt köylerine baskınlar vermeye başlarlar. Bunun üzerine Bedirhan Paşa, kendilerine misilleme yapar ve bunun Batı’da tesiri büyük olur.


       Bedirhan Paşa’nın Batı’dan çok Batıcı kesilen Osmanlı ile de savaşıp mağlûb olmasından sonra oğlu Şamil Paşa, Osmanlı aleyhinde faaliyetlerin içine girer. Bundan sonra Botan Beyi İzzeddin Şîr ve Müküs Beyi Han Mahmud da isyan ederler ve böylece Kürdistan’da isyan, yavaş yavaş gelenekleşmeye başlar. Bütün bunlar 1840’lı yıllarda olur. Bu zincirin son halkası Nurullah Bey isyan ettiğinde araya bir büyük veli, Seyyid Tâhâ Hazretleri girmiş ve Nurullah Bey’i “nasihatle” Osmanlı yönetimine teslim etmiştir. (Seyyid Tâhâ Hazretleri’nin ve onun yolundan gelen “Başbuğ Veliler” silsilesinin İslâm Devleti’ne karşı tutumları besbellidir; öküz altında buzağı aramaya hacet yoktur.) 


       
Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han, Hamidiye Alayları adı verilen milis kuvvetlerini oluşturarak Kürt Beyleri’ne yeniden hâkim olur. Zirâ 93 Muharebesinin ardından Ruslar Doğu Anadolu’ya inmişler, Ermeniler’le ilişkiye geçmişler, bunun yanında mahçup bir biçimde de olsa bir “Kürt Meselesi” çıkarmak için kolları sıvamışlardır. Ulu Hakan’ın Hamidiye Alayları projesi, Ermenistan dâvâsına olduğu gibi, çıkarılmak istenen “Kürt meselesi”ne de sed çeker. Kürt Beylerinin çocukları, Arap şeyhlerinin ve Arnavut ağalarının çocukları gibi İstanbul’da okutulmaya başlanınca, devleti sahiplenmeleri artar ve dıştan müdahalelere kapıları kaparlar.
Meselâ Bedirhanlı isyancılardan Şamil Paşa, bu dönemde 3 bin Kürt gönüllüsü ile birlikte 93 Harbine katılır ve Gazi Osman Paşa’nın hizmetinde bulunur. İsyan eden Ubeydullah Nehrî’ye Ulu Hakan silahla karşılık vermez ve onu İstanbul’a davet edip, “Ermenistan” dâvâsına karşı Kürt politikasının temel taşlarından olarak yararlanır.




*** 


       Lâkin Jeune turc isyanı içinde, bir Jeune kurd şubesi olduğunu da bilmek gerekir. 1898’de Kahire’de Mikdad Bedirhan tarafından “Kürdistan” gazetesi çıkarılmaya başlanır. Bir taraftan Bahaîlerle ilişkide olan gazete, diğer taraftan Prens Sabahaddin grubu ile temastadır. Bir süre sonra Cenevre’ye taşınacak, başına Mikdad’ın kardeşi Abdurrahman Bedirhan geçecektir. Abdurrahman, Prens Sabahaddin’in “Osmanlı” gazetesinin de aktif bir elemanıdır. Müstakil bir “Kürt kimliği” oluşturmak isterken, muhtemelen Prens Sabahaddin’in liberal ve federatif görüşlerini benimsemekte, Kürdistan’a muhtariyet istemektedir. O zamanlar Ermeni (Droşak) gazetesi de Prens Sabahaddin’in himayesinde çıkmakta ve bütün bu gruplar Sultan’a düşmanlık çizgisinde birleşmiş görünmektedirler.


       Kürtçülük hareketinin esasen Jeune turc’ler arasında gelişip serpilme zemini bulan bir hareket olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Abdullah Cevdet nasıl İttihat ve Terakki’nin kurucularındansa, bir ara “Kürdistan’ın müstakbel Padişahı” gibi görülen Seyyid Abdülkadir de İttihatçılaın 1896’da tasarladıkları ama başaramadıkları darbenin elebaşılarındandır. Aynı şekilde, daha sonra Kütçülük mevzuunda herkesten ileri gidecek olan Kürd Şerif Paşa, hem İttihatçılarla, hem Prens Sabahaddin grubu ile ilişkili ve hem de arada bir onların faaliyetleri hakkında Saraya jurnâl vermekle meşgûldür.


       Selânik İhtilâlinin ardından bu grupların hepsi İstanbul’a taşınırlar. Abdullah Cevdet de gelir. İngilizlere, ABD’lilere ve Siyonistlere övgüler düzen Cevdet, Osmanlı’yı “emperyalist” olmakla suçlamakta ve Kürtlerin bir gün ayrılıp kendi yollarını çizeceklerini savunmaktadır. Bedirhanîler, Bahaîler ve Prens Sabahaddin’le yakın münasebetleri olan Cevdet, bu dönemde “Osmanlı – Kürd Teavün ve Terakki Kulübü”nün faaliyetleri içindedir ve Said-i Nursî’nin hutbelerinin yayınlanmasına destek verir. Said-i Nursî “Türkler Kürdlerin aklı ve Kürdler Türklerin kuvvetidir” şeklinde bir fikri ileri sürerek ayrılık düşüncesine karşı gelmesine rağmen, ayrılıkçı fikirler besleyen kesimlerce sevilmekte ve sayılmaktadır.

       Selânik İhtilâli’nden sonra Kürtçülük hareketi, İttihatçılar’la paralel gelişmesine devam eder. Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, İstanbul’dan sonra Erzurum, Muş, Bitlis ve Musul’da da şubeler açarken, Kürd Neşr-i Maarif Cemiyeti, Kürd Mektebi, Kürd Hevi Cemiyeti birbiri ardına faaliyete geçer. Kürd Hevi Cemiyeti’nin yayın organı Roji Kürd’de Cevdet de yazmakta ve dergi, Kürtler için Lâtin alfabesinin kabulünün gerekliliğini propaganda etmektedir. Bunu gören İngiliz, Alman ve Rus istihbarat servisleri, “Kürt Meselesi”ne el atmakta ve onu kendi menfaatleri lehine semerelendirmeye bakmakta gecikmezler. *** 

       Kürtçülük hareketinin gelişmesiyle birlikte Rus Çarlığı bu işe fiilen girmiş bulunmaktadır. Rusya, Kürtler’in Osmanlı ve İran içinde çıkaracakları ayaklanmaların işine çok yarayacağını 20. yüzyılın başlarında farkeder. Özellikle Selânik İhtilâlinin ardından birçok Kürt beyi, birçok Rus yetkilisi ile temasa geçerek, Osmanlı aleyhinde faaliyetlerde bulunurlar. Barzan aşireti, Nehri Kürt Beyleri, Caf aşireti bunların başında gelmektedir.


       Ve tabiî Bedirhanîler… 1909 yılında Abdürrezzak Bedirhan, bağımsız bir Kürdistan projesiyle Sen Petersburg’a ayak basar. 1912 yılında Rusya’nın Van’daki konsolos yardımcısına başvuran aynı sülâlenin mensupları, yöredeki bütün aşiretlerin, Kürdistan’ı Rusya’ya katmak üzere mutabakata varmış olduklarını söylemişlerdir. Bir yıl sonra, Şirvan Beyleri, Kürdistan’ın bağımsızlık ilânı halinde Rusya’nın himaye edip etmeyeceğini öğrenmek üzere Kâmil Bedirhan’ı Tiflis’e gönderirler. Aynı yıl Mahmud Berzencî, aynı maksadla Bedirhanîlere başvurur.


       1913 Bitlis İsyanı esasen Ruslar tarafından plânlanmış ve Ermeniler’ce de desteklenmiştir. İsyanın lideri Molla Selim yakalanıp asılıken “Ona buna bu kadar toprak verdiniz, ne olurdu Bitlis’i de bize verseydiniz!” diye bağırır. Ruslar bu dönemde sadece Ermenileri destekleyerek Doğu Anadolu’daki emellerine ulaşamayacaklarını anlamışlar, Erivan’da bir Kürt Enstitüsü kurarak Kürtler üzerine ilmî araştırmalara başlamışlar ve Minorski’nin meşhur “Kürtler” eseri, bununla beraber “Kürtler Ârî ırktandır; Türk ve Araplar’a düşmandır!” dövizleri ortaya çıkmıştır. 1912’de Erzurum’da, yine Bedirhanîler önderliğinde kurulan gizli İrşad örgütü de bu çalışmalara paralel şekilde gelişmiştir. Ama Rus parmağının Kürdistan coğrafyasındaki en önemli başarısı, hiç şüphesiz Dersim bölgesinde olur. Birinci Dünya Harbi’nde birliklerinden firar eden Dersim âşiretleri, 1916’da Ruslar’la birleşme isteğiyle isyan ederler. Daha sonra 1919 - 22 yıllarındaki Koçkiri ve 1937 – 38’deki kanlı Dersim isyanları bunun devamı olacaktır. Dersim aşireti de, diğerleri gibi Ulu Hakan’a bağlıydılar ve reisleri “paşa” rütbesindeydi. Ancak daha sonra Abdullah Cevdet onları Kürd Teâlî ve Teavün Cemiyeti’ne kaydettirmiş ve devletin aleyhine döndürmüştü. Dr. Nuri Dersimî’nin Stokholm’de yayınlanan hatıratına göre, Cevdet onları Seyyid Abdülkadir, Emin Ali Bedirhan ve Kürt Şerif Paşa’ya intisab ettirmiş, kayıt paralarını bizzat almış ve isyana sevketmiştir.

       Abdürrezzak Bedirhan, tam bir Rus ajanı gibi çalışmaya başlarken, oğlu Seyfullah, 1898’de İngiliz ordusunu Güney Afrika yerlileri karşısındaki güç durumdan tedarikleyeceği Kürt birlikleriyle kurtarmak üzere faaliyete geçecek kadar ileri gitmiş ve Ulu Hakan tarafından derhal tutuklatılmıştır. Kürd Şerif Paşa ise Paris’te kurduğu Osmanlı Islahat-ı Esasiye Fırkası aracılığıyla Fransız kamuoyunu Kürtçülük hareketi hakkında etkilemeye koyulmuştur. Bu isimler Balkan Muharebesini müteakip, Türkçü çizgileri giderek öne çıkmaya başlayan İttihat ve Terakki’den kopacaklar ve onun muhalifi, Hürriyet ve İtilâf saflarına geçeceklerdir. *** Mütareke döneminde İstanbul’a hâkim olan Hürriyet ve İtilâf Fırkası’dır. Bu fırka içinde İngiliz yanlılığı ve İngiliz emperyalizminin himayesine girme isteği oldukça yaygındır. Fırkanın baş destekçilerinden Prens Sabahaddin ve Kürd Şerif Paşa, İngiltere’nin himayesinde müstakil bir “Kürdistan” kurulması için ellerinden geleni esirgemezler. Kürd Şerif Paşa, 1919’da Paris “Barış” Görüşmeleri’nde Ermeni Bogos Nobar Paşa ile uzlaşmış ve Doğu Anadolu’da müstakil bir Ermenistan ve Kürdistan’ı kurmak için emperyalistlerle mutabakata varmış, bir yıl sonra bu mutabakat Sevr Metni’ne girmiş, ancak Kürdistan’ın muhtelif yörelerinden Kürd Şerif Paşa’ya yönelik şiddetli protesto sesleri yükselmiştir. (Bkz. “Kürt Realitesini Tanımak”, Taraf dergisi, Aralık 1992)

       Prens Sabahaddin ve Kürd Şerif Paşa’nın çevresinde, Birinci Dünya Harbi sırasında İngiliz, Fransız, Rus ve Yunan istihbaratlarına hizmet eden ve onlara Osmanlı hükümetini devirme plânları arzeden Türk ve Kürtler de vardır.


       Kürtlerin bu husustaki arayışlarının en önemli sebebi, İttihat ve Terakki uygulamalarına olan düşmanlıklarıdır. Çok sevdikleri Ulu Hakan’ın bu parti tarafından devrilmesini bir türlü hazmedemiyorlar, İttihatçıların toplumu “laikleştirme” politikalarından şiddetle tiksiniyorlar ve “bir gâvurdan kurtulmak için başka bir gâvurun kapısını çalmak”tan çekinmiyorlardı. Sonradan Kürtçülük hareketinin liderlerinden olan pek çok kimse, önceleri Ulu Hakan’ın anlı şanlı paşalarıydı. Nitekim 1908’de Süleymaniye’de Said Berzencî, 1909’da Urfa’da Millî Aşiretî, 1913’de Bitlis’te Molla Selim ve 1914’te Musul’da Abdüsselâm Barzanî, özellikle Ulu Hakan’ı devirdiği için hükümete isyan etmiş çevrelerdi. 


       İttihatçıların “Kürdistan politikası”, böyle bir mefhumu yok etmeyi gerektirmektedir. Ulu Hakan’ın kurduğu Hamidiye Alayları’nı Ermenilerin isteği üstüne lâğveden İttihatçılar, 1915’de Ermeni tehcirine yöneldikleri gibi, bir yıl sonra bir de “Kürt iskânı” meselesi uydurmak durumunda kalacaklar ve Kürtleri yoğun şekilde Batı’ya göç ettireceklerdir. Ermeni tehcirinin olduğu gibi, Kürt iskânı politikasının da mimarı Talât’tır.


       Talât’ın 2 Mayıs 1916 tarihinde Diyarbekir Valiliğine çektiği şifreli telgrafta; bir kısım Kürt aşiterlerinin, aşiret kültürlerini ve millî kimliklerini muhafaza edememeleri için, reislerinin tebalarından ayrılarak, ayrı ayrı sevkedilmeleri, Konya, Kastamonu, Niğde ve Kayseri yörelerine yerleştirilmeleri emredilir. 4 Mayıs 1916 tarihinde Urfa, Maraş ve Ayntab mutasarrıflıklarına Talât tarafından gönderilen bir başka emirde ise, sürülen Kürt ailelerinin lisan ve âdetlerini terketmeleri için Türk köylerinde ikişer üçer iskân edilmesi söylenir. Bu sürgünlerde, tıpkı Ermeni tehcirinde olduğu gibi, açlık ve hastalıklardan dolayı büyük can kaybı olacaktır.


       Bunun sonucunda 1917 başlarında Kafkasya ve Irak cephelerinde savaşan 25 bin civarında Kürt askerinden, yılın sonunda geriye neredeyse bir teki kalmayacak, hemen hepsi firar edecek ve Irak Cephesi bu yüzden çökecektir. Aynı yıl içinde Musul’da, Süleymaniye’de, Diyarbekir’de, Botan’da, Mardin’de, Harput’ta ve Dersim’de Kürt isyanları patlak verecektir.
Anlaşılacağı gibi, “Kürt meselesi”nin arkasında iki yönden de İttihat ve Terakki vardır. Nasıl ki, evvelâ sırf Ulu Hakan’a karşı ortak cephe kurabilmek üzere Ermeni milliyetçiliğini onlar teşvik etmiş, daha sonra da Ermenileri topluca yok etmeye çalışarak bu dâvânın kangrenleşmesini onlar sağlamışlardır. Aynı şekilde önce Kürt milliyetçiliğini teşvik eden, sonra da Kürt milliyetçilerini ortadan kaldırma maksadıyla Kürtlere zulmeden İttihatçılar, bu meselenin ortaya çıkışında her iki yönden pay sahibidirler.


*** 

       “Kürdistan” dâvâsının merkezlerinden biri de Kahire’dir. Süreyya Bedirhan burada “Kürdistan İstiklâl Komitesi” adı altında bir Cemiyet kurar ve Ocak 1919’da “bir Kürd devletinin kurulması yolunda İngiliz yardımı için” İngiliz yetkililerine resmen başvurur. Kaynakların verdiği bilgilere göre, aynı yılın Ağustos ayında Arif Paşa El Mardinî ile birlikte bir İngiliz albayına gitmişler, ondan bağımsızlık yolunda destek olunmasını, hiç olmazsa ilk etapta “manda yönetimi”nin kabul edilmesini istemişlerdir. Bununla beraber 1 Temmuz 1920’de Irak’ta 62 Kürt aşiret reisi İngiliz idaresini isteyen bir bildiriye imza atmışlardır.


       Rus Çarlığı’nın yıkılmasından sonra İngiltere, “Kürdistan” dâvâsıyla en yakından ilgilenen emperyalist devlet olur. İngiliz istihbarat binbaşısı Noel, Kürt aşiretlerini Osmanlı aleyhinde kışkırtmak ve kandırmak üzere bölgeye sevkedilmiş, tıpkı Laurens’in Araplar arasındaki rolüne benzer bir rol üstlenmiştir. İngiliz hükümetine sunduğu raporda, Kürtler arasında milliyetçiliğin güçlendirilmesini, İslâmcılığın zayıflatılmasını istemektedir. (“Ilımlı Müslüman” lâfını kullanan ilk Batılı’nın o olduğu söylenir.) Temmuz 1919’da İstanbul’a gelerek Kürtçülük hareketinin liderleri arasında çalışmalar yapar. Bu çalışmaların Kürdistan İstiklâl Komitesi, Kürdistan Teâlî Cemiyeti ve Teşkilât-ı İçtimaiyye Cemiyeti’nin birleşmesinde ve Sevr Metni’ne “Kürdistan” maddesinin ilâvesine mühim katkıları olmuştur.


       Sözkonusu faaliyetlerin merkezinde yer alan bir başka isim de Emin Ali Bedirhan’dır. Seyyid Abdülkadir’in lideri olduğu “Kürdistan Teâlî Cemiyeti”nin ikinci adamı olan Emin Ali, Mütareke döneminde İngilizler’le Kürdistan mevzuunda yapılan müzakerelerin önde gelen isimlerinden biridir. “Ermeniler’le birleşiriz de Türkler’le birleşmeyiz!” sözünü onun ağzından daha sonra -1925’de idam edilen- Seyyid Abdülkadir rivayet edecektir. Emin Ali, Ocak 1919’da İngiliz mandası altında bir Kürdistan muhtariyeti talep eder. Bir yıl sonra İngiliz Yüksek Komiserliğine bir harita ile yeniden müracaat edecektir. İstanbul’daki Yunan Yüksek Komiseri Kanellopulos ve Rum Patrikhanesinden Votsis’le de görüşerek bir Kürt ayaklanması için Yunan desteği arayan Emin Ali, sonunda bu dâvânın diğer kahramanları gibi, hevesleri kursaklarında kalanlardan olacaktır.


       “Kürdistan dâvâsı” akılların kolay almayacağı kadar çok yönlü ve girift bir dâvâdır. Hainlerinin faaliyetlerinin bizzat Kürt halkının insiyakları tarafından bertaraf edildiğini, ama yine de Kürt isyanının bir türlü son bulmadığını görüp şaşırırsınız. 1919’da İngilizlerin harp sırasında kendilerine çalışan Nestûrîler’den oluşturdukları “Asur Levi” birlikleriyle Musul bölgesinde denetim kurmaya çalışmaları karşısında Zibarî, Barzan, Goyan, Soran ve Suçî aşiretleri öncülüğünde bir Kürt isyanı başlayacak, İngiliz subaylarına ve Nestûrilere karşı yoğun bir savaş verilecektir. 1920’de İngilizlere karşı Kürt ve Arap aşiretlerinin birlikte isyanı çok daha büyük çaplara erecektir. Doğu Anadolu’da bir “Ermenistan” fikrinin olduğu gibi, Musul vilayetinde bir “Asuristan” fikrinin de Kürtlerinin yoğun şekilde İngiliz siyasetinin karşı kutbuna ittiği göze çarpar.

Bununla beraber İngiltere hükümetinin Kemal ile çatışmaya pek niyeti yoktur. Hattâ Binbaşı Noel’in çalışmalarının kendilerinden bağımsız olduklarını söyleyecekler ve “Kürdistan” dâvâsından bütünüyle vazgeçeceklerdir. Şubat 1921’de Oratadoğu’ya nihaî şeklinin verildiği Kahire Konferansı’nda, İngiliz heyetinde, Kürtlerin Birinci Dünya Harbinde Osmanlı bayrağının karşısında kimi gördülerse, Arap demeden, Ermeni demeden silah attıkları ve dolayısiyle bağımsızlığı hak etmemiş oldukları fikri galip gelecektir. İngilizler, Kemal’i karşılarına almaktansa, Kürtlerin “kendi encamını tayin hakkı”ndan yararlandırılmamasını uygun bulurlar. *** 

       Kürt halkının emperyalist çıkarlara boyun eğmeyip isyan etmeleri üzerine, “Kürdistan” dâvâsının inisiyatifi, Batılı emperyalistler tarafından Ankara hükümetine havale edilir. Kemal’in Kürtlerin desteğini almak üzere yoğun çabalar sarfettiği ve onların Hilâfete olan hürmet ve sadakatlerinden yararlandığı bilinir.



       Kemal’in bu desteği sağlamak için Kürtlere neler teklif ettiğine ilişkin o günkü zabıtlar, daha sonra sansürlenmiş ve kayıtlardan çıkarılmış olmasına rağmen, yakın zamanda ortaya çıkarılmaya ve konuşulmaya başlanmıştır. Daha sonra TBMM zabıtlarından çıkarılan 10 Şubat 1922 tarihli “Kürdistan’ın Muhtariyetine Dair Kanun Tasarısı”nı, ne cilve ki, İngiliz büyükelçisinin Lord Kurzon’a gönderdiği rapordan öğrenebiliyoruz. Sözkonusu tarihte, Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturumunda 373 milletvekilinin kabul ve 64 milletvekilinin red oyuyla kanunlaşma aşamasına gelen tasarı, 18 maddeden oluşmaktadır. Bu maddelerden bazıları, 1999 tarihinde “Eskişehir – İzmit Konuşmaları” adı altında Kaynak Yayınları tarafından yer verildiği şekliyle şunlardır:


“1. TBMM, Kürt milleti için bir muhtar (otonom) idare kurma mesuliyetini üstüne alır,


2. Kürtlerin ekseriyet teşkil ettiği vilayetlerde, Kürtler tarafından seçilecek ve TBMM tarafından onaylanacak Türk veya Kürt asıllı bir Genel Vali tayin edilir,


5. Genel Valinin Türk veya Kürt olması TBMM tarafından karara bağlanırsa da, seçim doğrudan doğruya “Kürt Millet Meclisi”nde yapılır,


6. Kürt Millet Meclisi, Şark vilayetlerinde genel seçimle oluşturulur ve üç sene için görevde kalır,


9. Kürdistan İdarî Bölgesi, Van, Bitlis, Diyarbekir ve Dersim sancağı ile bunlara bağlı kazâ ve nahiyelerden oluşur, (Kürt milletvekillerinin “Musul’u sattınız!” suçlamaları o zamandan başlar.)


12. Şark vilayetlerinde nizamı tesis etmek için jandarma kumandanlığı oluşturulur ve sulh temin edilinceye kadar (yani emperyalist işgâl son buluncaya kadar) bu kumandanlığa kıdemli Türk subayları komuta eder,


13. Türk ordusunda muvazzaf Kürt subay ve eratı, sulh temin edilinceye kadar vazife başından ayrılamazlar,


14. Harb-i Umumî esnasında ve evvelinde hükümetin Kürt bölgelerinde el koyduğu bütün hayvan ve malzemenin kıymeti derhal takdir edilir ve hak sahiplerine ödenir,


15. Türk lisanı, yalnız Kürt Millet Meclisi, Valilikler ve hükümet işlerinde kullanılır, ama okullarda Kürt lisanı ile eğitim yapılabilir…”


       Lozan’da Batılılar’a da bunlar taahhüd edilirken, daha sonra bu maddelerden hiçbirinin hayata geçmemesi ve Kürtler üzerinde Tekin Alp’in “Türkleştirme” proğramının uygulanması, Kürtler arasında “kandırıldık” fikrinin uyanmasına yol açacak ve Hilâfetin kaldırılmasıyla aradaki son bağ da koptuğundan, o gün bugündür ardı arkası kesilmeyen isyanların fitilini ateşleyecektir.


Furkan Dergisi, Aralık 2009



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder