Siyonsit-Haçlı Emperyalizminin Kürt Düşmanlığı



Siyonsit-Haçlı Emperyalizminin Kürt Düşmanlığı


Kürtler; İslâm tarihinin altın sahifelerinde altın harflerle yerini almış bir Müslüman Millet topluluğu…  Ve yine 1900’lü yıllardan beridir başına türlü çorab örülen İslâm ümmetinin belki de içlerinde en mazlumu… Sadık bir İslâm tebâsı...




Sezai Kırlangıç
                                                                                                
                                                                                                

Kürtler; İslâm tarihinin altın sahifelerinde altın harflerle yerini almış bir Müslüman Millet topluluğu…  Ve yine 1900’lü yıllardan beridir başına türlü çorab örülen İslâm ümmetinin belki de içlerinde en mazlumu… Sadık bir İslâm tebâsı… Yüz yıla yakındır süren batılılaştırma, komünleştirme faaliyetlerine ve yine içteki hainleştirilerek Mukaddesatçı Kürt kimliğinden uzaklaştırılmış ‘işbirlikçi’lere karşın, dinini, dilini, örfünü, geleneğini muhafaza ederek karşı durmaya çalışan asil ve izzet sahibi bir millet…

 Bunun yanında mazlum, mazlum olduğu kadar garib, garib olduğu kadar muzdarib… Çünkü yüzyıllık eğitimsizliğin, ezilmişliğin, dilsizliğin vermiş olduğu kirlilik nüfuz etmiş-etmede her yanına. Daha dün İngiliz’i kapıdan kovan Şeyh Said, Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı İslâm-İman davasını savunmayı Kürt Milletinin en baş meselesi olarak ilan eden Said Nursi, şimdilerde Küreselleşme tehdidi altında…

O Kürtler ki, kendilerinin Müslüman Türklerden ayrı anılmasını kabullenmemiş ve yine Müslüman Türk’ten ayrı anılmayı onursuzluk-izzetsizlik addedecek derecede samimiyet ve aşk göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı bu mânâların tezahür ettiği bir zaman dilimidir. Birinci Dünya Savaşı’nda Kürtler, Osmanlı ordusuna kayda değer bir insan gücü sağlayarak Müslüman bir millet olarak İslâm Coğrafyasına karşı paylaşım ve işgal amaçlı savaş açan emperyalizme karşı bütün cephelerde savaştılar. Binlerce Kürt asker, Sarıkamış'taki Üçüncü Ordu'da, Çanakkale’de ve diğer cephelerde hayatını kaybetti. Mezopotamya’da ki Osmanlı kuvvetlerinin büyük bölümü Kürtlerden oluşuyordu. Yine aynı Kürt Milleti Kurtuluş Savaşı’na açık destek vererek Maraş, Antep, Urfa gibi şehirlerin savunmasını çoğu zaman ordudan hiçbir destek almadan yapmışlardı. Kuzey Suriye’de Fransız generalini öldürmekle birlikte bölgede Fransız askerlerini türlü suikast ve cephe savaşı ile mahvettiler, kovdular. Kerkük civarında İngiliz ordusuyla Doğu Anadolu’da Rus ordusuyla savaşırken içte ise Ermeni çetelerinin katliamlarına maruz kalma pahasına Ermeni Çetecilerin bölgeye hâkim olmasını engellediler. Yüz binlerce Kürt bu savaşlarda şehit düştü, bir o kadarı yaralandı, sakat kaldı.

Kürtler dindar bir topluluk olduğundan savaş döneminde bile medreselerde eğitimi harıl harıl sürdürüyordu. Said Nursi Hazretlerinin medrese öğrencilerini-şakirtlerini Ermeni Çetecilerine karşı silahlandırdığı, eğitime tabiî tuttuğu bilinen misâldir. Arab ve Türk öğrencilere de eğitim veren bu medreseler Müslümanlar arasında emperyalizme karşı büyük bir şuur hamlesi oluşturuyordu. Bu yüzden ilerleyen dönemlerde Batı ve Batıcı iktidarlar tarafından medrese düşmanlığı ve medreselerin kaldırılması gündeme gelecekti.

Tarih boyunca Osmanlı ordusunda ve devlet yönetiminde görev alan Kürtler derin bir tecrübeye ve II. Abdulhamid Han’ın İslâm İttihadı davası ile yenilenen ulvi bir sadakate sahibdiler. Bu sadakat onları Batı yanlısı olmaktan alıkoyduğu gibi güttükleri davanın devamlılığını da sağlıyordu. Bunun neticedir ki Lozan’da kimi temsil ettiği belli olmayan zevatların ihaneti ile Türk-Kürt-Arab vs. İslâm coğrafyası kan gölü hâline, nidüğü belirsiz fikirsiz kadroların zehir kusan İslâm düşmanlığına sahne olmuştur. Eğer Kürtlerin liderleri de bunlar gibi İngiliz ve Fransızlara hizmet etmeyi, Batı’nın emrine girmeyi kabul etselerdi, İslâm’a hizmet etmeyeceklerine dair sözler verselerdi, devlet olmayı istemeselerdi bile Batılılar onları kendi çıkarları için kullanmak üzere devletleştirirlerdi.

Tarihten bir sahne;

“Türkiye, Lozan’a giderken Mustafa Kemal’in yeni Türkiye’nin Türkler ve Kürtler olmak üzere iki asli unsurdan oluşacağına dair söz vermesinin ardından, Kürt milletvekilleri Erzurum milletvekili Necati Bey ile Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922'de Meclis kürsüsünden yaptıkları konuşmalarda Kürtlerin azınlık olmadıklarına dair beyanlarda bulundular. Yusuf Ziya Bey Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “Avrupalılar diyorlar ki: 'Türkiye'de yaşayan azınlıkların en büyüğü, en kalabalığı Kürtlerdir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire Cephesi'nde çarpıştık. (Alkışlar) Nasıl ki, Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz. (Alkışlar) Binaenaleyh sözüme son verirken muhterem heyetinizden rica ederim ki, azınlıklar mevzuubahis edildiği zaman Kürtlerin hiçbir talebi olmadığını ve Kürtlerin kanaatine tercüman olarak buradan söylediklerimi söylesin ve iddia etsin."

Lozan’dan sonra Türkiye’nin Kürtlere karşı tavrı değişti. Kürtlerin Osmanlıdaki bütün hakları elinden alındı. Lozan’a büyük destek veren Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey Hıyanet-i Vataniye Kanunu doğrultusunda Şeyh Said Kıyamının bastırılmasına bir gün kala 14 Nisan 1925 saat 5.30'da Bitlis'te, Cibranlı Halit Bey, Teğmen Ali Rıza Bey, damadı Faik Bey ve Molla Abdurrahman ile birlikte kurşuna dizilerek öldürüldü.”

Kürtler, 1000 yıla yakındır bağlı olduğu İslam ruh ve ahlakına, son yüzyılda İslâm’a ve bütün İslâm milletlerine düzenlenen Batılılaşma suikastı ile birlikte yabancılaşmaya başladı. Bu süreç diğer milletlerde, özellikle Türkler ve Arablar tarafından kurulmayan fakat Türkler veya Arablar tarafından kurulmuş izlenimi verilen devletlere nisbeten daha yavaş ve çetin oldu. Bu direniş onların yok sayılmasına, ademe mahkûm edilmesine sebebiyet verdi. Hem yeni kurulan Demokratik Laik Türk! Devleti hem de Demokratik-Laik Arab! Devletleri bu yok saymayı, kanun hükmünde karar, bölücülük gibi değerlendirmeyi uygun gördüler. Bu sebeble Kürtlerin kendi çıkışını arama, şahsiyetini yenileme davranışları sürekli bir taciz ve asimilasyon kıskacına takıldı. İlk dönem itibarı ile İslâm sadakatinin verdiği iman öfkesi ile Batıya ve Batıcılara karşı direniş gösteren Kürtler, zaman zaman büyük katliamlara maruz kalmış, istismarlara uğramış ve korkunç bir soy ve Kültür tahrifatına tabi tutulmuşlardır. Fakat ilerleyen dönemlerde içten ve dıştan süren-sürdürülen, Kürt’ü batılılaştırma, İslâm’dan uzaklaştırma, emperyalizm çıkarına işbirlikçi yetiştirme davranışı sonuç vermiş ve 1920’lerde yapamadıklarını ilerleyen dönemlerde yapabilme gücü ve başarısı elde etmişlerdir. Batı kendisine hizmet edecek; İslâm ruh ve ahlâkına yabancılaşmış, kendi kimliğini batı kimliği ile özdeşleştirmiş, Batıcı düşünme ve yaşama tarzını benimsemiş Kürdü veya Kürtleri yıllar sonra avlayabilmiştir. Bugün meydan yerini dolduran Kürt cismaniyeti içerisinde ki Anglo Sakson duruşlu,Yahudi ifadecisi, Batı şakşakçısı tipler bu avın neticesidir. Evcilleştirilmiş, yıllarca üzerinde hassasiyetle durulmuş solcu-sağcı fark etmez İslâm düşmanlığında hem fikir Laik-Batıcı Kürtler, bir bakmışsınız Musul’da, Kerkük’te bir bakmışsınız Diyarbakır’da İstanbul’da, bir bakmışsının İsviçre’de Amerika’da ortaya çıkıvermişler. Yusuf Ziya Bey’in, Şeyh Said’in, Molla Abdurrahman,’ın Cibranlı Halit Bey’in, Teğmen Ali Rıza Bey ve damadı Faik Bey’in gösterdiği cesareti gösteremeyen emperyalizme karşı dik duramayan, kendini kullandırtmayan, halkını milletini emperyalizme peşkeş çekmektense ölmeyi yeğleyen Kürt’ün yerine şimdi Kürde düşmanlık ettiği ve Kürt’ü peşkeş çektiği hâlde kahramanlaştırılanlar almış. Barzani ve Talabani gibi Müslüman Kürt’ün, Arab’ın düşmanı Amerikan erketeleri, Amerikan emrinde Amerikan çıkarlarının işleyişini kolaylaştırmak için Mezopotamya’da Kürde kurşun sıkanlar ve yine Emperyalizme karşı çıkma onurunu yerine getirmek ve vatanını asıl işgalciden kurtarmak yerine Kürd’ün dinine, inancına, ahlâkına emperyalizmin ağzıyla saldıran samimiyetsiz Kürt kılıklı zavallılar, dönüştürülmüş-yabancıllaştırılmış ‘moronlar’ türemiş.

Daha korkunç olanı Kürd’ü Batılılaştırma ile birlikte Yahudileştirme gayretidir. O Yahudi ki, kavmiyetçiliği ulvileştirmekle kalmayıp, soy-sop şeceresini en iyi tutan bir millettir. Bedahet ifade eden bu açıklığa rağmenKürd’ü Yahudileştirme, Kürdlerle Yahudileri yakınlaştırma ve bir nevi tarihi-coğrafi bağlantılar kurma hâli, alçaklıktan ve Kürdü Emperyalizme-Yahudiye peşkeş çekmekten başka bir şey değildir. Aksine yakın dönem misalleri ile, Şeyh Said ve Berzenci’nin İngiliz Emperyalizmine karşı izzetli çıkışları, Kürd’ün bulunması gereken istikameti ifade etmekte güzel miâllerdir.

Bugün, bu mânâda Siyonist-Haçlı Emperyalizmine karşı, Mezopotamya’yı, Musul’u, Kerkük’ü bağımsızlaştırmaya, işgalcilerden arındırmaya kalkan herhangi bir Kürt lider mevcut değildir veya Süleymaniye’de olsun, Diyarbakır’da olsun, Musul’da olsun meydan yerine dikilmek için gün saymakta, fırsat kollamaktadır. Muradımız ikinci olandır ki, bu ‘yeni bir Selahaddin’ anlamına gelir ki, Siyonist-Haçlı Emperyalizmi’nin en büyük korkusudur. Oysa Siyonist-Haçlı Emperyalizmi Kürtleri sadece kullanılıp atılacak bir basamak olarak görmektedir. Nitekim bu talihsiz ve onur kırıcı durum sadece Kürtlerin başına gelmiş değildir, Arab, Türk, Boşnak fark etmez birçok milletin başına gelmiştir. Siyonist-Haçlı Emperyalizmi iki yüz yıla yakındır İslâm coğrafyasına her çeşit kılıkta,  her çeşit fikirde, her çeşit milliyette saldırılar gerçekleştirmektedir. Yakın dönemde Yahu di Devleti'nin stratejisinin bir parçası Kürtleri desteklemek ve Irak'a karşı kışkırtmaktı, bunda da başarı sağlandı. Akabinde Kürtlerin kurmadığı, Kürtlerin yönetmediği bir Özerk Kürt Cumhuriyeti icad edildi. Buda kendinden öncekiler gibi Demokratik ve Laik bir devletti. Vazifesi de Kürd’ü küreselleştirerek İslâm’dan tecrid etme, Batı nefretini azaltma ve Yahudi muhabbetini artırma idi. Uzun süredir uygulanan bu proje meyveleri vermek üzere… Kürtlerin Kılıç Ali’leri, İsmet Paşa’ları, Müslüman âlimleri mahkûm eden İstiklal Mahkemeleri, âlimlerini yok sayan dinsiz sahte aydınları türedi. Bir gün bir bakıyorsunuz, Mevcut Kürtleri Zerdüşt, Mecusi addedecek derecede gözü dönebiliyor bu zatların, bir gün bir bakmışsınız İslâm’ın kılıçlarından Şeyh Said’i reddedecek derecede Kürd’e düşman kesilebiliyor, sayısı 25 milyonu bulan Ehli Sünnet-Şafii Kürd Müslümanları aşağılayabiliyor, bâtıl ve nidüğü belli olmayan ilkel ve bâtıl bazı anlayışları ise bütün Kürtlere şâmil hâle getirebiliyorlar. Yok Zerdüşlük, yok dil birliği, yok Mecusi Kültür devamlılığı… Hemen aklımıza, Türklere atalar kültürü diye yutturulan Şamanizm geliyor ve destan gibi dizilen Oğuz Kağan, Ergenekon vs…

Siyonist-Haçlı Emperyalizmi’nin taktiği hiç değişmiyor, milletleri İslâm’dan koparmak için tarihin kirli sahifelerini açıyor, tahrif ederek, elinden gelen her şeyi yapıyor. Kürtlere yapılanda bundan farklı değil…

Kürtlerin yönetmediği bir Kürt Devleti ne işe yarar?.. Türklerin yönetmediği bir Türk Devleti ne işe yaradıysa, Arabların yönetmediği bir Arab Devleti ne işe yarıyorsa o işe, yani Siyonist-Haçlı işbirlikçiliği, erketeliği, memurluğu, bayiliği ve sömürgesi… Musul’da petrol kimin cebine akıyor, Kerkük’te kimin cebine?.. Bu akışı kolaylaştırmak için kimin kanı akıyor? Kim, kendi toprağından çıkan petrolü az bir menfaat karşılığında Yahudi’ye akıtıyor ve akış karşılığında Yahudi hangi kılık ve şekilde işbirlikçilerinin sırtını sıvazlıyor.

Kürtler Yeni bir Selahaddin çıkarmalıdır.


Selahaddin Eyyubi kimdir?.. Gençliğinin ilk çağlarından itibaren içte Şii Fatımilere, dışta Yahudi ve Haçlılara sürekli taarruz ve savaş hâlinde. Şii Fatımilerin bitmek tükenmez bilmeyen dalavereleri ve Batı işbirlikçiliği şeklinde tezahür eden ihanetlerini, her vesile ile başta Selahaddin Eyyubi olmak üzere Devlet Erkânına ve âlimlerine suikast tertiblerini ortadan kaldırmak amacıyla, Mısır ve Suriye gibi bölgelerde Şii izini bütünüyle, kökünden kurutuncaya kadar silen deha. Yine o Fatımi ki (şimdi ki İran’ın yaptığı gibi) Selahaddin Eyyubi’nin üstüne gelen Haçlı Ordusu ile ittifak yapmış, Müslümanlara karşı, bu çapulcularla birlikte olmakta bir beis görmemişlerdir.

Diğer yandan O Selahaddin ki; Kudüs’ü fetheden, Haçlıları perişan eden, kendisine karşı düzenlenen Haçlı Seferlerinde(III), Kral Richard namlı Haçlı çapulcu başını perişan eden mütefekkir edalı kahraman… Öyle bir kahraman ki Batı yüzlerce yıl kin besleyip ve besledikleri kini yüz yıllar sonra (1917) gelip kabrini tekmeleyerek, ““Kalk ey Selahattin, bak biz yine döndük. Benim buradaki varlığım, haçın hilal karşısındaki zaferini göstermektedir!” bağırarak göstermiştir. Batı işte budur, kindardır ve unutmaz, haindir, çevresine demokratik! gülücükler dağıtırken içindeki kin eksik olmaz. Kürt’e bu kadar düşman olan Batı her devirde onu istismar etmek, sömürmek ve mağdur halde bırakmaktan hiç çekinmemiştir. Çünkü onların Kudüs’ün Fatihinin torunları olduğunu bilir ve bir gün yeniden toparlanıp Kudüs’e yöneleceğine inanır. Fatımi İran her daim Sünni Kürtlere karşı acımasızdır ve şimdiler de bomba yağdırır “bölücü terör” adı altında, binlerce Sünni Kürd’ü kırar, ne olduğuna bile bakmadan…





Batı bu Kürt’e düşmandı ve kininin hep davacısı oldu, Kürdün peşini hiç bırakmadı. Şimdi de farklı değil. Kürt ise bugün Batıya yenilmemek, onurunu ve izzetini ayaklar altında çiğnetmemek için her zamankinden daha fazla İslâma ve antiemperyalist cephe içerisinde yer alarak Siyonist-Haçlıyı karşısına almaya mecburdur… Çünkü; tarihe yakınlığı olanların malumudur ki ‘Batı’nın birini sevmesi ve beslemesi, kasabın koyunu sevmesi ve beslemesi gibidir.”  
Furkan Dergisi, s. 37, Temmuz 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder